ÇAĞDAŞ TÜRK MÜZİĞİ
TARİH
Sungu Okan
Türk Müziği’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından günümüze dek süren serüveni süresince kendine kapalı bir yol yerine, dışarıya ve yeniliklere açık bir rota izlemiş olduğu dikkat çeker. Her ne kadar 19.yy’a dek Avrupa’dan tüm dünyaya yayılan “çok sesli müzik” kavramını özümseyememişse de Osmanlı ve yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bu akımı sonradan benimseyerek kendi topraklarında müziğin hemen her dalında uygulamıştır.
Bu durumda, çok sesli müziğin Osmanlı İmparatorluğuna gelişini, Çağdaş Türk Müziği’nin tohumlarının atılması olarak değerlendirirsek, bu serüveni 19.yy’ın ilk yıllarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda kendini gösteren batılılaşma hareketinden başlatmak da yerinde olacaktır.
Batılılaşma hareketinin ön ayak olmasıyla çok seslilik, Türklerin en parlak döneminde sınırları Anadolu’dan Avrupa içlerine kadar genişleyen Osmanlı’ya ancak 19.yy. başlarında gelebilmiştir. Avrupa sanatının çok sesliliği yüzyıllardır benimsediği ve artık yeni arayışlar içine girdiği o yıllarda Osmanlı, bu gecikmeyi telafi etmek istercesine çok sesliliği, “saray müziği”nin vazgeçilmez bir parçası yapmıştır. O yıllara kadar ise, her ne kadar İstanbul’da düzenli olarak icra edilmese de 16.yy.da Avrupa’da doğan opera sanatının Osmanlı Sarayı tarafından iltifatla karşılandığı ve 17.yy.da Sultan IV. Mehmet (1641-1676) zamanında, Venedik’ten gelen trupların, İstanbul’da operalar sergilediği, ve Osmanlı Saray erkânının ilgisi bu sanat üzerine çekildiği bilinmektedir. 18.yy.da ise Yirmi sekiz Çelebi Mehmet Efendi, Paris seyahati sırasında (1719), o yıl henüz dokuz yaşında bulunan Fransa Kralı 15.Louis tarafından kabul edilir ve tören boyunca opera gösterileri düzenlenir. Seyahatnamesinde bu töreni uzun uzun anlatan Çelebi, Osmanlı başkentine bu sanatın, dolayısıyla çok sesliliğin detaylarını da iletmiş olur.
Aslında çok sesli müziğin Osmanlı İmparatorluğu döneminde vazgeçilmez oluşu, 1826 yılında kurumsallaşması ile başlar. Bu tarihte ülkenin ilk çoksesli müzik kurumu olan Mızıkay-ı Hümâyûn (Türk İmparatorluk Mızıkası) kurulmuş ve devletin desteği ile çok sesli müziğin Türkiye’deki gelişimi günümüzde dek devam etmiştir.
Mızıkay-ı Hümâyûn, Batının askerî müziğini örnek almak amacıyla oluşturulmuştur. Öncelikli amaç, Türk nağmelerinin Batı sazları ile çalınmasıdır. Böylelikle Türk müzisyenler ilk kez Batı notası ile tanışmış olur. Sultan II. Mahmud (1808-1839) ve halefleri olan oğulları I. Abdülmecid (1839-1861) ve Sultan Abdülaziz (1861-1876) zamanlarında İmparatorluğu ziyaret eden Batılı müzisyenler sayesinde bu nota iyice öğrenilmiş olur. Mızıkay-ı Hümâyûn, sonradan Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti olarak varlığını 1924 yılına dek sürdürmüştür. Kısa zamanda zor bir adaptasyon dönemi geçiren Türk müzisyenleri başarılarını konuk Avrupa’lı sanatçılar sayesinde hızlandırmışlardır. 1828 yılında İstanbul’a gelen İtalyan müzisyen Giuseppe Donizetti de iyi bir orkestra şefi ve eğitimci olarak Muzıkay-ı Hümâyûn’u kısa bir sürede bir “saray orkestrası” haline getirmiştir. (bkz.Biyografiler-a, Osmanlının Son Döneminde Müziğin Temsilcileri-1)
19.yy.da Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da, müzikte Avrupa standartlarını yakalamaya yönelik diğer gelişmeler arasında,1840 yılında Osmanlı sarayında bir yaylılar orkestrasının kurulması, 1847’de ise ünlü Macar besteci Franz Liszt’in, İstanbul’u ziyaret etmesi sayılabilir. Liszt, Sultan Abdülmecid için iki parafraz bestelemiş, onun ardından 1848 yılında besteci ve kemancı Henri Wieuxtemps bir resital için Osmanlı Sarayına konuk olmuştur. Donizetti Paşa’nın ölümü üzerine ise, 1856 yılında Naum Tiyatrosu’nda orkestra şefliği yapan Callisto Guatelli, Muzıkay-ı Hümâyûn’un başına getirilmiştir. (bkz. Biyografiler-a, Osmanlının Son Döneminde Müziğin Temsilcileri-2)
Müzikte Avrupa’nın çizgisini yakalamak isteyen Türkler, kendi saraylarına Avrupa’lı müzisyenleri konuk ederken, yetenekli sanatçılarını da o dönemden itibaren Avrupa’ya göndermeye başlarlar. 19.yy.da çoksesli müzik tekniklerini kullanarak eser yazan ilk bestecilerimiz Avrupa konservatuarlarında eğitim görmüşlerdir. 1860’lı yıllarda Milano’da piyano ve armoni çalışmış, opera buffa örneklerini incelemiş olan Dikran Çuhacıyan, eğitimini Venedik’te tamamlayan ve 1876’da sarayın piyano öğretmenliğine getirilen Macar Tevfik Bey, İtalya da Trevellini ile piyano ve Butazzo ile armoni ve kontrpuan çalışmış olan Edgar Manas bu müzisyenler arasındadır. 1908 yılında Meşrutiyet devrine giren Osmanlı İmparatorluğu’nda ulusalcılık akımı etkilerini iyice göstermeye başlamıştır. Mızıkay-ı Hümâyûn’da görevli olan yabancı müzisyenler ülkelerine dönmüş, onların yerine Türk müzisyenler atanmıştır. Guatelli Paşa’nın ve daha sonra Paris’te Théodore Debois’in öğrencisi olan Saffet Atabinen de Muzıkay-ı Hümâyûn’un ilk Türk şefi olmuştur. (bkz. Biyografiler-a, Osmanlının Son Döneminde Müziğin Temsilcileri-3)