Mehter Takımı
ASKERİ MÜZİK

TANZİMATTAN SONRAKİ MUSIKİ YENİLİKÇİLİĞİ

Mahmut Ragıp Gazimihal

On yedinci yüzyılın girmesine kadar vokal polifoninin Avrupa'da siklet merkeziyle kilisede gelişmekte devam ettiği ve halk musikisinin yine orada orta çağ sonlarına kadar "ünibirlik" (a l'unisson) haliyle şark medeniyetleri musikisinden farklı seviyede kaldığı hep bilinir.

Kilise dışı  musikide nice çalgıları bile haçlı seferlerinden itibaren Asyalılardan almışlardı. Endülüs Arapları Asya musikisini erkenden Avrupa’ya aşırmışlardı. Bunlara karşılık bazı katolik misyonerleri de XVII'nci asırda birer miktarlık polifoni denemelerini Asya’nın bazı ırak merkezlerine tanıtmaya yeltendiler. İğne ile kuyu kazmaya benzeyen bu devede kulak emek ve emeklemelerin oralardaki etkisi ister istemez sıfır kuvvetinde kalıyordu. Aynı asır adına memleketimiz düşünülünce, Galata ve İzmir’in bazı eski Katolik mahallelerinin o zamanki kalabalık şartlarını hatırlamamak elden gelmiyor: oralarda orglu kiliseler vardı: Avrupalı tüccar" mahallelerinin ve bilhassa Fransız elçiliğinin klavsenli,Viole ve luth çeşit1erine yer veren, monodik surette şarkılı geçen musiki ve dans meclisleri kendi salonlarında olurdu.

Türk konuklan da ara sıra oralarla temasa gelebildiklerine ve hatta Şark-Garp musiki münakaşalarına şifahen  yol açmışlığı  olduğuna dair muhtelif kayıtlar vardır. Fakat  kısmen farklı kulak alışkanlığı, kısmen de "zihniyet ayrılığı" 0 ilk batı örneklerine karşı mukavemet havası idame ettiriyordu. Bizdeki bu alaka direnişi, Katolik kilisesinin bir zamanlar saz musikisine, Endülüs Araplarının oradaki "organum" emeklemelerine , yahut da şark kilisesinin Katolik polifonisine asırlarca kulak tıkayışına benzemiştir. O asırlardaki polifoninin mistik bir havası vardı. Müslümanların "fasıl musikisi" ise sazlı ve profan bit sanattı, tonal bünyesi kulak ah§alışkanlığı adına bambaşkaydı. Yabancı dillerdeki şarkılar şöyle dursun, Avrupalının sazları bile ele alınmıyordu. Türk fasıl ve folklor musikilerinin Asyai orijinalliğini koruyabilmesi işte bu şartlara borçlanmıştır. Batıda profan musiki kalkınışı  başlayınca o şartlar da bir zümremiz arasında her halde kısmen değiştiyse diye, bu sefer de coğrafi uzaklıklar gibi maddi sebepler temasları seyrek tutacaktı! Polifoni, batıdaki kendi mahrem köşesinde fazla çetinleşme yolunu tutmuş, virtüözlük yenilgi içinde kavranması güç ve metoda bakan bir saz tekniği halini almıştı. Bu da ayrı bir açılması  kaydettirmişti.

Neticede, armonili musiki ile geçen asrın başlarına kadar bağdaşamadık.

Durum, ilk defa Tanzimat yıllarında hafifçe değişti; karşı koyucu zihniyetin yerine , aydın bir zümrenin kafasında – başlangıç için amatörce  de olsa iyi niyetli bir ilgileniş cereyanı hakim oldu. "Önce fikren temayül, sonra sanat yenilikçiliği" prensibi böylece bizde de emeklemeye başladı. (Hümanistlerin bir iştiyakından Floransa'da operanın doğuşu gibi).

Bütün doğu ve yakın doğu merkezleri arasında ilk defa olarak İstanbul Sarayı batı musikisini içinden tanıyıp öğrenmek ve edinmek merakına düşülmüştür. Giuseppe Donizetti gibi ilk muzika maestroları getirildiler. (1828). Yeni asker kıtaları için "tambur-majör" takımlarının kurulması tarihi daha da eski olup, takriben 1820 yıllarına kadar geriler. Mehterhanenin resmen kaldırılması tarihi 1826 olmakla beraber, Muzıkaı Hümayun Okulu 1831 yılında kurulmuştur. Geç kurulan Avrupa konservatuarlarının ilk hamlede her musiki dalını programa alamadıkları düşünülecek olursa Saray okulunun çoğundan kıdemli olduğu anlaşılır.

Meloman bir padişah olan Abdülmecit saray dışında da yeni sanatın tanınmasını istediğinden Beyoğlu’nda kurulan "Naum Tiyatrosu”nun otuz yıl süren temsil mevsimlerini bizzat locasına devamla teşvik ettiği gibi, açıkları hazineden kapattırarak da hareketi destekletti. (1840-1871). Beşiktaş’taki "Saray Tiyatrosu" ayrıca inşa edildi.

Bando Muzika'lardan başka, sarayların selamlık ve harem oda orkestraları da kuruldu. Harem orkestrası  şefi de dahil olduğu halde ,sırf kadınlardan müteşekkildi. O tarihlerde yalnız Venedik konservatuarları sırf kızlara mahsus olduğu için bu öğrencilerin keman, bass, kontrabas, flüt ve hatta  korno kullanarak orkestra konserleri verişleri dinleyiciler için istisnai bir hayret konusu kalırdı. Türk harem cariyelerinin orkestrası eşit kadrodaki ikinci örneklik takım olmuştu. Ne yazık ki, salon gösterilerinden daha şümullü adımlar atılabilmek yolunda Saray Okulu bir türlü merhale aşamıyordu: Solistliğe ulaştıracak "çalışma göreneği" bir türlü edinilemiyordu. Milli bir opera heyeti kurulmak  yoluna gidilmedi. Koro ve kompozisyon öğretimi düşünülmedi. Bu işler için 15 veya 20 küçüğün o zamanın on plandaki (ve gece yatılı) İtalya konservatuvarlarına seçimle gönderilmeleri düşünülmedi. Hatta, saray okulu gençlerine yeterince kafa kültürü verilmesi dahi ihmal olundu. Okulu piyanist eşiyle birlikte ve padişahın isteği üzerine ziyaret eden violonist Henri Zieuxtemeps “öğretim heyeti”nin yetkisiz seviyesinden acı acı bahsetmiştir. (1848) Bu Belçikalı büyük artist o yıllarda açılan Budapeşte Konservatuarının ilk mezun kemancılarını yetiştirmiştir. (O şartlar içinde ki, Muzikai Hümayunda vazife almak istemediği anlaşılıyor.)

Üst üste gelen içtimai sarıntıl ve harpler musiki hareketini ikide bir aksatıyordu. Kısaca, şuurlu ve dört başı mamur musiki teşkilatının Cumhuriyet Maarifi çağına ve yeni başkentteki çalışmalara kadar gecikmesinin maddi başkaca sebepleri de vardır.

(1924). Manevi kuvvet Atatürk’ün iradeli önderliğinden bu konuda da hız aldı. Saray muzikasından seçilen başlıca elemanlarla gene musikicilerin, ilk senfonik halk konserlerine ve eşlik çalışmalarına koyuluları ilk bir adım olmuştur.

Sarayda dikkate alınamadığını yukarda belirttiğimiz her eksiklik, bir bütün halinde, tek kökten dallandı: Musiki Muallim Mektebi (1924): Musiki Semineri (1936); Devlet Konservatuvarı (1936) ve buranın ilk müspet verimleri sayılan DEVLET OPERASI Ve DEVLET TİYATROLARI (1946); R. C.

Filarmonik Orkestrası (1924); R. C. Armoni Muzikası (924); Askeri Muzika Meslek Okulu; Radyolar, Opera Orkestrası (aynı teşekkül); Koro çalışmaları; Avrupa’da yetişen ve yetişmekte bulunan musikiciler; amaör teşekkülleri, onarım atelyesi, nota basım hazırlığı... Musiki Folklor Arşivi (1937) Bale Okulu (ilk mezunlar 1957).

Kompozisyon yolunda ilk nesil ve ayrıca gençler vardır. İlk nesli alfabe sırasiyle analım. Adnan Saygun, Cemal Reşit, Ferit Alnar, Necil Akses Ve Ulvi Erkin. Repertuar büyüdüyse de, yazıların çoğu henüz basılmamıştır.

Himmet ve rağbetin durmadan artması, hem de istidat fazlalığı gene harekete istikbal vaat ediyor. Beraberlik icralarından solistlik başarılarına, işçi musikicilik çağından "kültürlü artistler seviyesine" ayak atılmıştır. Yüzlerce şaheser devrediliyor. Yeni Türk musikisinin ge1işmesi ve manen desteklenmesi asıl idealin garantisi sayılsa yeridir.

İstanbul’a gelince: Konservatuar, koro ve senfonik konserleriy1e, orası da çalışıyor. Yakında mükemmel bir Opera Tiyatrosu tamamlanmış olacaktır.

İzmir ilk konservatuarının çekirdeğini ekti. Şimdi diğer şehirler eleman beklerken, okullardaki müzik öğretimi boş durmuyor.

Müzikoloji çalışmaları  tevazu dairesinde devam ediyor.

1 A. Galland, İstanbul’a ait günlük hatıralar, 1672-1673 (Asırdaşı Evliya Çelebi’nin tarifi üzerine burada bahsi geçen NEFİR çalgısı, tepesinde sipsi takılı, perde delikleri olan ve boru sesli peki iri bir çeşit zurnaydı.