Selahattin İçli
SÖYLEŞİLER

SELAHATTİN İÇLİ İLE TÜRK MÜZİĞİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ

(yazan Onur Karabiber,12-05-2006)

Müzik ile olan ilişkiniz ne zaman ve nerede başladı? Nasıl devam etti? Bunu yaşamınızdaki önemli olaylarla paralel olarak anlatabilir misiniz?

Birinci Dünya Harbi sonunda, Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün Akaretler’deki binasında –şimdiki o büyük binayı kastetmiyorum-, kendi bünyesi içinde Beşiktaş Musiki Kulübü’nü açmıştı. Burada Neyzen İhsan Bey hoca olmuştu. Buradan yetişenler arasında Selahattin Pınar, Şerif İçli, Hakkı Derman gibi profesyonel alanda çok başarılı olan müzisyenler vardır. Bu arada bütün biyografi bilgilerinde, Selahattin Pınar Üsküdar Musiki Cemiyeti’nden yetişmiş yazılıdır. Doğrudur. Ancak, Selahattin Pınar Beşiktaş Musiki Kulübü’nden sonra Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne gitmiştir. Babam İbrahim İçli de bu kulüpte eğitim görmüştü; ancak o, müzik zevkini evinde tatmin eden bir kişiliğe sahipti. 6-7 yaşımdan itibaren Türk müziğinin çok önemli bir repertuvarını bana aktardı. 12 yaşımda “Gel efendi. Ben söylüyorum, sen söylüyorsun ama...” dedi ve bana usulleri ve makamların inceliklerini öğretti. Ben 17 yaşımda, birden beste yapma arzusu ile bu alana yöneldim. İlk şarkım 1940’ta, bir hüseynî şarkı idi. Bu şarkı amcam Şerif İçli tarafından beğenildi ve 1941’de Ankara Radyosu’nda yayınlandı. Bu olay beni daha da heveslendirdi. İşte bugüne kadar müziğin hep beste alanıyla meşgul oldum.

Kendi müziğinizi oluşturmanızda, öğretmenlerinizin ya da diğer bestecilerin etkisi nedir?

1943’te Tıp Fakültesi’ne girdim. Babam beni bir mektupla Selahattin Pınar’a gönderdi. Yıllarca Selahattin Pınar’a gittim. Bu ilgiyi ve sevgiyi bana gösterdi. Ancak biz ders yapmazdık. Pınar: “Var mı yeni bir şey?” derdi, ben bestemi okurdum. Aradan saatler geçer, çay içerken “Ben de sana bir şarkı söyleyeyim” derdi. Ben altı ay sonra uyandım; benim bestem hakkında herhangi bir şey söylemiyordu fakat okuduğu eser aynı makam ve usulde klasik bir eserdi. Yani bana böylece bir örnek sunuyordu. Benim bazı şarkılarımı notaya almıştır ve altını da şöyle imzalamıştır: “Selahattin İçli’nin şarkısını, okuduğu gibi yazdım.” Bu cümlede hem bir iltifat gizlidir “ben karışmadım” gibi, hem de bir mesaj gizlidir “burada bulabileceğiniz eksikler, belki yanlışlar benden değildir”.

Bu yıllarda içinde bulunduğunuz ortam nasıldı? Özellikle evdeki ortam…

Benim büyüdüğüm evde 750 plak vardı. Bunların belki 150 tanesi Türk müziği plaklarıydı. Geri kalanı ise babamın çalıştığı şirketteki İngilizlerden satın aldığı, zamanın hafif ve klasik müziklerinden oluşan Avrupa müzikleriydi. Bunları çocukluğumda çok çaldım ve dinledim.

Bu müzik ortamı içinde sizi besteciliğe iten nedenler nedir? İşe hangi amaçla başladınız, beste yaparken nasıl bir yöntem ve teknik uyguladınız?

1940’ta, beste yapma arzusu içinde beni iten en önemli unsur farklılaşma arzusu olmuştur. Yani bilinen kalıpları tekrar uygulamaya çalışmak değil; Türk müziğinin değerlerini muhafaza ederek, kurallara isyan etmek düşüncesiyle yola çıktım ve hâlâ da öyle gidiyorum. Bu sebeple en az on beş sene müzik camiasında bir dirençle karşılaştım. Yöntem ve tekniğe gelince, bunun için kitaba da yazdığım şu kısımları okumak isterim:1 “Sözlü müzik eserlerinde şiir ana kaynaktır. Şiirle yaklaşım çok iyi kurulmalı ve beste o şiiri anlatmalıdır. Maksat, çok güzel bir elbiseyi çok güzel bir vücuda giydirmek değil, o vücuda enfes bir elbise dikebilmektir. Derin bir inceleme ile ve eskizler yaparak müzik kumaşının türü, rengi, deseni, elbisenin modeli tespit edilerek kesim ve provalara geçilir. Besteyi aynada seyrederken aksesuarları da takılır nihayet… Şiirin ana fikri çok önemlidir. Şairin, o ana fikri işlerken tercih ettiği ifade, cümle yapısı, kelimeler, kendine has sanat ustalıkları aksettirilmelidir ki, şiirle müzik bütünleşebilsin. Klasik ve neoklasik dönemde bu hususa pek önem verilmemiştir. Çok güzel şiirler, çok şahane müziklerle bezenmiştir. Ancak o müzik elbisesi o şiire uymamaktadır. Tersi de vakidir, kötü şiire güzel müzikler yazılmıştır. (…) Bir şiiri bestelemeye kalkan bestecinin, gramer ve dil bilgilerini özümsemiş ve onları çok aşmış olması gerekir. Bestekar, normal eğitimini geliştirerek dili ve edebiyatı ile son derece yakın, hatta bütünleşen bir birikimi elde etmek mecburiyetindedir. (…) Bir bestekarın sahip olması gereken vasıflardan önemli biri de hür düşüncedir. Geçmişi özümsemek, günü değerlendirmek, ileri ufuklara koşmak; katı kuralcılığa asla taviz vermeden; benim için ne derler, ne düşünürler endişesine kapılmadan eser vermek… (…) Yaratılan müzik eserlerinde, bestecinin anadili son derece önem taşır. Düşüncenin oluşması ve ifadesi dil iledir. Sözsüz eserlerde dahi müzik cümleleri, bestecinin anadilinin yapısını taşır. Heceler, vurgular, kelimeler ve cümleler melodiye yansır.

Türk müziğinin bugünü ve geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bir toplumu yok edebilmek için en önemli iki silah, dilini ve müziğini bozmaktır. Bugün gerek dilimiz, gerek de müziğimiz bir çöküş dönemi yaşamaktadır. Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nı açabilmek için elli sene uğraştık. Doğru dürüst eğitimi yapılmayan bir sanatın bugün geldiği seviyeye hiç şaşırmamalıyız. 1976’da kurulan konservatuvar, 1982’de İ.T.Ü.’ye bağlanarak ilmin hür ortamına tevdii edilmiştir. Bu müesseseden ve bunun gibi kurulacak konservatuvarlardan yetişenlerle de inşallah Türk müziği hakiki değerlerine kavuşacak ve üstün değerine erişecektir.

1 Selahattin İçli burada, 50. Sanat Yılında Selahattin İçli (Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yay., İstanbul, 1997) adlı kitaba yazdığı yazılardan kesitler okuyor.